26 Temmuz 2014 Cumartesi

Fineas ve Förb'ün Gerçek Hikayesi

Fineas ve Förb


Fineas ve Förb (Özgün adıPhineas and Ferb), Disney Channel'da yayınlanan ABD yapımı bir çizgi dizi. 2007'de yayınlanmaya başlayan dizi dört sezondan oluşmaktadır. Ayrıca ABD'de yepyeni Disney Channel Orijinal Filmi Phineas and Ferb: Across the Second Dimension in Fabulous 2D 5 Ağustos 2011'de Disney Channel'da ve 13 Ağustos 2011'deDisney XD'de gösterime sunulmuştur. Türkiye'de ise 5 Kasım'da Disney XD'de 12 Kasım'da Disney Channel'da gösterime sunulmuştur. Şu anda Türkiye'de 2. sezonun hepsi bitmiştir. 3. sezonu 17 Eylül 2011'de Disney XD'de ve 24 Eylül 2011'de Disney Channel'da yayınlanmıştır.Dizinin dublaj yönetmenliğini ve Türkçe adaptasyonunu Yeşim Kopan yapmaktadır. 4. Sezon 7 Aralık 2012'de başlamıştır.

Konu

Danville, Amerika'da yaşayan Phineas Flynn ve üvey kardeşi Ferb Fletcher'ın yaz tatilinde canları sıkılmaktadır, bu yüzden yaz boyunca çılgın icatlar ve projeler yaparlar. Ablaları Candace bu durumdan çok rahatsız olur ve her seferinde onları annesine şikayet etmeye çalışır, fakat hiçbir zaman başarılı olamaz. Bunda Fineas ve Förb'ün evcil hayvanı olan Ajan P veya Ornitorenk Perry takma adlı Perry'nin de büyük bir payı vardır. Perry'nin görevi çılgın bilim adamı Dr. Doofenschmirtz'in planlarına engel olmaktır.

Filmin Hikayesi


Film gerçek bir hikayeye dayanmaktadır. Fineas'ın ailesi boşanmıştır ve Candace Fineas'ın 14 yaşındaki ablasıdır. Annesi bir süre sonra başka bir adamla evlenir. Bu adamın Ferb isimli bir çocuğu vardır. Ancak her çocukta çeşitli sorunlar bulunmaktadır. Ferb bir Beyin Hastalığıyla doğmuştur ve bu nedenle filmde de pek konuşamamaktadır. Fineas hiperaktiftir. Candace ise şizofreni hastasıdır. Candace şizofreni hastalığı sebebiyle sürekli kardeşlerinin bir şeyler yaptığından şüphelenir, yaptıklarını günlüğüne kaydeder. Ancak bunların hiçbiri gerçek olmadığı için annesi göremez, bu nedenle filmde de Candace kardeşlerini annesine ispiyonlayamaz. Annesi Candace'ı doktora götürür, doktor ise filmden tanıdığımız Doofenschmirtz'tür. Doktor kardeşlerini ispiyonlamaktan vazgeçsin diye Perry'yi aldırır ama Perry köpektir Candace Perry'e ornitorenk der. Jeremy ise komşunun köpeğidir. Doktor Candace'a bir ilaç verir ancak Candace Bu İlaca Gösterdiği Bağımlılık Nedeniyle Ölmüştür. Annesi Onunla birlikte Bulduğu günlüğü alır ve Walt Disney Pictures a götürür.

Karakterler

  • Phineas Flynn - Konuşkan, üretken bir çocuktur. Çok sık şarkı söyler. Çok neşeli ve akıllıdır. Ünlü sözü "Ferb, bugün ne yapacağımızı biliyorum." dur. Parlak fikirleri vardır. Isabella ona aşıktır ama o bunu bilmez. Ferb'ün aksine çok konuşur ve hiperaktiftir.
  • Ferb Fletcher - Ferb, Phineas'ın akıllı ama sessiz üvey kardeşidir. Sesi kalındır. Biraz çekingendir. Ama tam bir mekanik dahidir. Kızlarla iyi anlaşır ve kardeşinin aksine kızları daha iyi anlar. Heinz Doofenshmirtz'in kızı Vanessa'ya aşıktır. Phineas'ın fikirlerini inşa eder. Yeşil saçlı dikdörtgen kafalı ve kare şeklinde bir burnuda vardır. Pantolonunu yukarıya çeker mor bir pantolon giyer.
  • Candace Flynn - Candace, Phineas ve Ferb'ün 14 yaşındaki ablasıdır. Çok hızlı ve çok fazla konuşur, genellikle arkadaşı Stacy ile telefonda sohbet eder. Phineas ve Ferb'ün yaptıklarını annelerine söylemeye çalışır ama beceremez. Çünkü Doofenschmirtz'in inatörlerinden biri kardeşlerinin yaptıklarını yok eder. Çok sakardır. Her zaman "Annem bunu gördüğünde sizin canınıza okuyacak!" der. Jeremy Johnson ile çıkar. Kerevize alerjisi var. Konuşan zebra hanisülasyonları görür ve şizofrendir
  • Ornitorenk Perry - Phineas ve Ferb'ün evcil hayvanıdır. Aynı zamanda gizli bir ajandır. Doofenshmirtz'e engel olur. Şarkısının bir kısmı ve en ünlüsü "dubi dubi duba" dır. İlk ismi "Bartholomew" dir. Fineas ile Förb sonradan ismini değiştirirler ve Perry koyarlar. Konuşmaz. Ama bazı durumlarda gurultuya benzer bir ses çıkarır. Sürekli Heinz'ın tuzaklarına düşer ama kurtulur. Şapkasının altında yüzlerce alet vardır. Doofenschmirtz düşmanı olsa da pek çok güzel anıları vardır.
  • Dr. Heinz Doofenshmirtz - Doofenshmirtz, kötü bir doktordur. Diplomasını eski karısı Charlene'in parasıyla almıştır. Geçmişte yaşadıkları yüzünden sürekli kötücül icatlar yapar. Yaptığı icatların sonuna "inatör"ü ekler. Bir bölümde başarısızlıklarının bu nedenden kaynaklandığını düşünerek sonuna "inatör"ü ekler. Ahmaktır örneğin kendi sesini kalınlaştırmaktansa insanların sesini inceltmeyi tercih eder. Ünlü sözü "Lanet olsun sana Ornitorenk Perry!"dir. Kardeşi Roger'dan nefret eder. Ornitorenk Perry ile sık sık savaşır. Bir kızı vardır. Ornitorenk Perry ile pek çok güzel anısı vardır. Beraber spor yapmış, film izlemişlerdir.
  • Norm - Aslında onu Doofenshmirtz yapmıştır. Doofenshmirtz'i babası olarak görür. Sincap gücüyle çalışır. Sürekli olarak "Ben Norm" der. Duygularına göre kafasını değiştirir. Kıyafetini ise boyar.
  • Isabella Garcia-Shapiro - Phineas ve Ferb'ün en iyi arkadaşıdır. Kamp Ateşi Kızlarının izci başıdır, el becerileri iyidir. Musevi bir Meksikalıdır. Phineas'a aşıktır. Ünlü sözü " Merhaba Phineas,napıyorsun?"dır. Pinky'nin sahibidir.
  • Chihuahua Pinky - Isabella'nın çuvava cinsi erkek köpeği. Perry gibi bir gizli ajandır ama O binbaşı Monogram yerine amiral Wanda Aconyrm'e çalışır. Sürekli titrer.
  • Linda Flynn-Fletcher - Phineas ve Candace'ın annesi, Ferb'ün üvey annesidir. Ayrıca 80'li yılların şarkıcısıdır, fakat sonradan unutulmuştur. Sahne adı Lindana'dır. Candace, kardeşlerinin yaptıklarını Linda'ya söylemek konusunda takıntılıdır. Sürekli Fineas ve Ferb'i Candace'e emanet eder.
  • Lawrence Fletcher (Uğur Taşdemir)- Ferb'ün babası, Phineas ve Candace'ın üvey babasıdır. Bazenleri Phineas ve Ferb'ün icat ettikleri ya da inşa ettikleri şeyleri görür ama bir şey demez. Hatta bazılarına ortak bile olur.
  • Vanessa Doofenshmirtz - Doofenshmirtz'ün 16 yaşındaki kızıdır. Annesine babasının kötü biri olduğunu anlatmaya çalışır fakat anlatamaz. Ferb ona aşıktır ama o Johnny'den hoşlanır. Araba almak ister.
  • Charlene Doofenshmirtz - Heinz'ın eski karısı, Vanessa'nın annesidir. Soyadını değiştirmemiştir.
  • Jeremy Johnson - Candace'ın aşkıdır. Jeremy de Candece'a karşı boş değildir. Alışveriş merkezinde Salaş Burger adlı fast food restoranında çalışır. Stacy Hirano gibi Phineas ve Ferb'ün projelerinin büyük bir hayranıdır. Dost canlısı ve yardımseverdir.
  • Suzy Johnson - Jeremy'nin küçük kız kardeşidir. Jeremy'in yanında melek gibi davranır. Fakat o bir şeytandır! Candace'a çok çile çektirir. Bunun tek nedeni Jeremy'in hayatındaki tek kız olmak istemesidir.
  • Binbaşı Francis Monogram - Perry'nin bağlı bulunduğu gizli servis O.W.C.A'nın lideridir. Perry'e emirleri verir. Keldir peruk takar. Aynı zamanda bıyığı da takmadır. Ajanların hayvan olmamasından nefret etmektedir.
  • Asistan Carl - Binbaşı Monogram'ın asistanıdır. Maaşsız çalışır. Binbaşı için kamerayı ayarlar. Çok saf ve acemidir. Binbaşı Carl'a "Çaylak" da der. Fransızca konuşabilir. Gözlüklüdür. Koku alma duyusu yoktur.
  • Stacy Hirano - Candace'ın en iyi arkadaşıdır. Yarı Amerikan yarı Japondur. Mantıklı düşünür ancak annesi aynı fikirde değildir. Fineas ve Ferb'ün projelerini çok sever.
  • Buford Van Stomm - Bir kabadayıdır. Hep Baljeet'le uğraşır. Biff adında bir japonbalığı vardır. Jeremy'nin kız kardeşi Suzy'den korkar. Bir bölümde Baljeet onu kurtardığı için onun kölesi olmuştur.
  • Baljeet Rai - Zekidir ve zekice şeyler yapar. Tam bir "inektir". Her zaman yüksek notlar alır. Ama mekanikte iyi değildir. Hintlidir. Arkadaşları ona "Jeet" der. Buford onunla sürekli uğraşır. Matematikten F almaktan korkar.
  • Jenny Brown - Candace'ın en iyi ikinci arkadaşıdır. Doğa ve barışa önem verir. Kısaca "hippi"dir. Duygusaldır.
  • Roger Doofenshmirtz - Danville'ın yani dizinin olaylarının geçtiği şehrin valisidir. Heinz Doofenshmirtz'ün kardeşidir. İşinde çok başarılı biridir ve kardeşi Heinz'ı çok sever fakat Heinz için aynı şey söylenemez. Hatta Heinz'ın yaptığı bazı inatörler ağabeyinin kötülüğüne adalıdır.


Bunları Biliyomuydunuz ?

ÇOK İLGİNÇ ve DEĞİŞİK BİLGİLER


Çok değişik ilginç kimisi lüzümlu kimisi lüzümsuz olan bilgiler yer alıyor arkadaşlar....

*Endonezya'da pazarlık sırasında satıcı parayı yere atarsa son fiyat anlamına gelir. 
*Nijeryalılara sırtınızı kremleşmeyin. Onlara göre beyazların derisi yoktur. 
*Panama'da çok güzelseniz size yüzde 20'ye varan indirim yaparlar. 
*Avustralya'da yasiniz 65'in üzerindeyse geneleve girmek için sağlamdır raporu gerekir. 
*Sumatra'da küçük çocukların resmini çekmek yasaktır. Dişlerinin gelişmesini önler inancı hakimdir. 
*Marilyn Monroe'nun 6 adet ayak parmağı vardı. 
*İnekler merdiven çıkabilir ama inemezler. 
*Ördeklerin 'vak' sesi yankı yapmaz, nedenini de kimse bilmez. 
*Sivrisinek kovucu spreyler sinekleri kovuyor, sizi gizliyor. Sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada olduğunuzu anlamamalarını sağlıyor. 
*Taze kakao içinde bulunan sıvı, kan plazması yerine kullanılabiliyor. 
*Hiçbir kağıt parçası 7 defadan fazla ikiye katlanamaz. 
*Uyurken, TV izlerken olduğundan daha fazla kalori harcarsınız. 
*Meşe ağaçları elli yaşından önce palamut vermez. 
*Üzerinde barkodu bulunan ilk ürün Wrigley's marka sakızdı. 
*Kupa papazı bıyıksız olan tek papazdır. 
*Boeing 747'nin kanatları, uçakla uçmayı ilk başaran Wright Kardeşlerin uçtuğu mesafeden daha uzundur. 
*Amerikan Havayolları 1987 yılında first-class da sunulan bir adet zeytin eksiltmek suretiyle 40 bin dolar kar etmiştir. 

*Kaplumbağalar kıçlarından da nefes alabilirler 
*Yilda 2500 solak sağ elini kullananlar için yapılan ürünler yüzünden ölüyor. 
*Hindistan'da oyun kağıtları yuvarlaktır. 
*Çocuklar baharda daha fazla buyuyor. 
*Ödemeli telefon konuşmalarının çoğu babalar gününde ediliyor. 
*Ortalama bir pire, kendi büyüklüğünün 150 katı yüksekliğe zıplayabiliyor. 
*Bu oranı tutturmak için bir insanin yaklaşık 30 metre zıplaması gerekli. 
*Eğer barbie gerçekten yasasaydı vücut ölçüleri 97-72 82 cm olacaktı. 
insanlar vücutlarında 300 adet kemikle doğuyorlar ama yetişkin olduklarında bu sayı 206 ya düşüyor. 
*Her dört Amerikalıdan biri mutlaka televizyonda görünüyor. 
*Uyurken, televizyon seyrederken yaktığımızdan daha fazla kalori harcıyoruz. 
*Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar. 
*Sarışınların esmerlere göre daha fazla saçı vardır. 
*Yıllara göre ortalama alındığında , her sene eşekler tarafından öldürülen insan sayısı uçak kazalarında ölenlerin sayısından daha fazla. 
*Kadınlar erkeklere oranla iki kat fazla göz kırpar. 
*insan vücudundaki en güçlü kas dildir. 
*Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır. 
*insanlar beyinlerinin sadece %10'unu kullanırlar. 
*Filler zıplayamayan tek memelidir. 
* Elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icat edilmiştir. 
*Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir. 
*Amerikan havayolları, uçuşlarda yolculara sunduğu kahvaltılarda her tepsiden bir zeytini kaldırarak 1987 yılında 40 bin dolar kar etmiştir. 
*Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir. 
*Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği vardır. 
*Fareler kusamaz. 
*Hapşırdığınız zaman, kalbiniz de dahil olmak üzere bütün vücut fonksiyonlarınız bir an için durur.
*Tom sawyer daktiloda yazılan ilk romandır. 
*Hamamböcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yasadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır. 
*Gözlerimiz hiçbir zaman büyümez. Ama burnumuz ve kulaklarımızın büyümesi asla sona ermez.
*Kediler ültrason seslerini duyarlar. 
*Zürafaların ses telleri yoktur. 
*Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunurlar. 
*Bir hamamböceği kafası koptuktan sonra açlıktan ölmeden dokuz gün yaşayabiliyor. 
*İngiltere'deki bütün kuğular kraliçenin malıdır. 
*Kutup ayıları solaktır. 
*Amerika'da satışa sunulan ilk cd, bruce springsteen'in "born in theusa" albümüdür. 
*Bir karınca kendi ağırlığının elli kati ağırlığı kaldırabilir. 
*Bugüne kadar bilinen en ağır böbrek taşı 1.36 kg 
*Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya’nın İshigaki Adası’nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır. 
*Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika’dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir. 
*Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur. 
*Central park`ta yüzmek yasalara aykırıdır. 
*Çocuklar baharda daha fazla buyuyor. 
*Dalmaçyalılar gut olmayan tek köpek cinsidir. 
*Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur. 
*Döllenmeden sonra çocuğun boyu 5 milyon kat buyur... 
*Dünyada her dakika iki tane düşük şiddette deprem olmaktadır. 
*Dünyada insan başına düşen karınca sayısı bir milyondur. 
*Dünyadaki hayvanların yüzde sekseni altı ayaklıdır. 
*Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı.1878 yılının şubat ayında 
*Connecticut New Haven’da yayımlanmıştı. 
*Dünyanın bir numaralı domuz üreticisi ve tüketicisi cinliler. 
*Dünyanın en büyük şeker ihracatçısı Küba’dır. 
*Dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu, bir günde 90 cm kadar uzuyor=. 
*Eğer Barbie gerçekten yaşasaydı vücut ölçüleri 97–72 82 cm olacaktı. Bir *Big Mac hamburgerin ekmeğinde ortalama 178 adet susam bulunuyor. 
*Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır. 
*Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür. 
*Bir Erkek Hayatının Ortalama 3350 Saatini Tıraş Olmak İçin Harcar. 
*Bir hamamböceği kafası koptuktan sonra açlıktan ölmeden dokuz gün yaşayabiliyor. 
*Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükürük salgılar. 
*Bir karınca kendi ağırlığının elli kati ağırlığı kaldırabilir. 
*Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir kopeğinki kadar gelişmiştir. 
*Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır. 
*Bir kromozom bir genden daha büyüktür. 
*Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer. 
*Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir. 
*Birinin yüzünü hatırlamak için beynin sağ tarafı kullanılır. 
*Buckingham sarayında 602 oda bulunuyor. Ortalama bir buzdağının ağırlığı 20 milyon ton. 
*Ortalama bir erkek, hayatinin 3350 saatini tıraş olmak için harcar. 
*Ortalama bir insan hayati boyunca iki yılını telefonda konuşarak harcıyor. 
*Ortalama bir pire, kendi büyüklüğünün 150 katı yüksekliğe zıplayabiliyor. Bu oranı tutturmak için bir insanin yaklaşık 30 metre zıplaması gerekli. 
*Ortalama olarak, Amerika’da günde üç adet cinsiyet değiştirme operasyonu gerçekleşmektedir.
*Ödemeli telefon konuşmalarının çoğu babalar gününde ediliyor. 
*Pablo Picasso, parasızlık çektiği gençlik günlerinde yaptığı resimleri yakarak ısınırdı. 
*Penguen yüzebilen ama uçamayan tek kustur. 
*Peru’da hiç umumi tuvalet yoktur. 
*Rodin’in unlu ‘Düşünen Adam’ heykeli aslında İtalyan şair Dante’nin portresidir. 
*Rusya’nın dörtte biri ormanlarla kaplıdır. 
*Rusya’da doğudan batıya doğru seyahat edilirse, yedi saat kuşağı geçilir. 
*Sadece bir tane kovboy filmi kadın yönetmen tarafından çekilmiştir 
*Sadece dişi kanaryalar ötebilir. 
*Sadece dişi sivrisinekler ısırır. 
*Sağ elini kullanan insanlar sol elini kullananlara göre ortalama dokuz yıl daha fazla yaşıyorlar. 
*Sahra çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır. 
*Salatalığın yüzde 96’si sudur. 
*Sallanan sandalyede hiç durmadan sallanma rekoru 440 saattir. 
*Sarışınların esmerlere göre daha fazla saçı vardır. 
*Sığırların dört tane midesi vardır. 
*Sihirli sözcük‘Abrakadabra’ ilk olarak yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek için söylenmişti. 
*Eskimo dilinde kar yağışlarının farklarını tarif etmek için kullanılan yirmiden fazla sözcük vardır. 
*Fareler kusamaz. 
*Gecen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır. 
*Global ısınma yüzünden yükselen deniz seviyesi 2050 yılında Shangai ve deniz kıyısındaki diğer cin şehirlerinde büyük sellere neden olacak. Bu sellerde 76 milyon kişi evsiz kalacak. 
*Gözlerimiz hiçbir zaman büyümez. Ama burnumuz ve kulaklarımızın büyümesi asla sona ermez.
*Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde "başkent" anlamına gelmektedir. 
*Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır. 
*Günümüzde, evlenenlerin yüzde ellisi boşanmaktadır. 
*Hamamböcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır. 
*Hapşırdığınız zaman, kalbiniz de dâhil olmak üzere bütün vücut fonksiyonlarınız bir an için durur.
*Hapşırırken Burnu ya da Ağzı Kapamak, Felce Neden Oluyor. 
*Havuca rengini karoten verir. 
*Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır. 
*Her 25 kişiden biri astım hastasıdır. 
*Her dört Amerikalıdan biri mutlaka televizyonda görünüyor. 
*Her iki taraf da kan bağışında bulunursa, Paraguay’da düello yapmak yasaldır. 
*Herhangi bir okyanusun en uzak olduğu nokta cin’dir. 
*Hindistan`da oyun kâğıtları yuvarlaktır. 
*Hindistan’daki yıllık doğum sayısı, Avustralya’nın toplam nüfusundan fazladır. 
*Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar. 
*İleri doğru bir adim atıldığında, insan vücudundaki 54 kas çalışır. 
*İlk çamaşır makinesi 1907 yilinda Hurley Machine Co. Tarafından pazarlandı. 
*İnciler sirkede erir. 
*İnek sütünün pH değeri 6’dır. 
*İngilizcedeki Wendy ismi, Peter Pan hikâyesinde kullanılmak üzere uydurulmuştur. 
*İngiltere’deki bütün kuğular kraliçenin malidir. 
*İnsan beyninin % 80’i sudur. 
*İnsan beyninin ortalama ağırlığı 1.3kg’dır. 
*İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak başparmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir. 
*İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir. 
*İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir. 
*İnsanlar beyinlerinin sadece %10’unu kullanırlar. 
*İnsanlar vücutlarında 300 adet kemikle doğuyorlar ama yetişkin olduklarında bu sayı 206 ya düşüyor. 
*İnsanlar yaşamları boyunca altı filin ağırlığına eşit miktarda yiyecek tüketiyorlar. 
*İnternetin yıllık büyüme yüzdesi 314.000’dir. 
*Kadınlar erkeklere oranla iki kat fazla göz kırpar. 
*Kanada, Kızılderili dilinde "büyük koy" anlamına gelmektedir. 
*Kangurular geri geri yürüyemezler. 
*Kaptan Cook, Antarktika hariç bütün kıtalara ayak basan ilk insandır. 
*Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kaşı harekete geçirmek gerekiyor. 
*Kedilerin beyninde 32 adet kas vardır. 
*Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. 
*Kış aylarında, Moskova’daki buz pateni pistleri 250 bin metrekarelik bir alanı kaplar. 
*Kıta isimlerinin hepsi ayni harfle başlayıp ayni harfle biter. 
*Kirli kar, temiz kardan daha kolay erir. 
*Kopeklerin ter bezleri ayaklarındadır. 
*Kutup ayıları solaktır. 
*Larry Hagman (JR.)Dallas dizisinin setinde hiç kimsenin sigara içmesine izin vermezdi. 
*Marilyn Monroe’nun altı ayak parmağı vardı. 
*Meşe ağaçları elli yaşına gelmeden meşe palamudu üretemezler. 
*Mexico City her sene 25 cm kadar batıyor. 
*Mickey Mouse’dan önce en meşhur çizgi film kahramanı Felix The Cat’di. 
*Monako’nun ulusal orkestrası ordusundan daha geniş bir kadroya sahiptir. 
*Mumyaların ayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır. 
*New York bir zamanlar Amsterdam`dı. 
*Newton, yer çekimi kanununu fark ettiği zaman 23 yaşındaydı. 
*Norveç’in kuzeyinde, her yaz 14 hafta gece gündüz güneşli geçer
ileri doğru bir adim atıldığında, insan vücudundaki 54 kas çalışır. 
*Birinin yüzünü hatırlamak için beynin sağ tarafı kullanılır. 
*Yetişkin bir insan günde ortalama olarak 23 bin kez nefes alır. 
*Kaşları yukarı kaldırmak için 30 kası harekete geçirmek gerekiyor. 
*Erkekler kadınlara göre on kat daha fazla renk koru oluyorlar. 
*Döllenmeden doğuma kadar bir bebeğin ağırlığı beş, milyon kat artıyor. 
*Sadece bir tane kovboy filmi kadın yönetmen tarafından çekilmiştir 
*Karadul örümceği, bir günde 20 eşini yiyor. Beş gözü olan arılar, her yıl, yılandan fazla insan öldürüyor... 
*Uçan balıklar 90 metreye kadar yükselebiliyor 
*Güvelerin mideleri yoktur 
*Istakozların kanları mavi renklidir.Soğan doğrarken sakız çiğnemek göz yaşarmasını önler 
*Kereviz yerken harcanan kalori,kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. 
*Vücudumuzdaki tüm damarları uç uca ekleseniz 19 bin 200 kilometre eder. 
*Eksi 90 derecede nefesimiz, havanın ortasında donar ve düşer 
*Günde 24 saat sayı saysanız, 1 trilyona ulaşmanız 31 bin 688 yıl alır. 
*Doğum gününüzü en az 9 milyon kişiyle paylaşıyorsunuz. 
*El tırnakları ayak tırnaklarından 4 kat daha hızlı uzar. 
*İnsanın kalça kemiği betondan daha sağlamdır. 
*Dünyada insanlardan daha çok tavuk var. 
*İnsan kalbi dakikada 60-80 defa çarpar. 
*İnsan yılda en az 1460 rüya görür. 
*İnsanlar 200 milyon soluk alıp verme, 1 milyar kalp atışı, 300 milyon mide kasılması ve 20 milyar göz kırpması kadar yaşarlar. 
*İnsanlar beyinlerinin %10’nu kullanırlar. 
*Bir insan yedi dakika içerisinde uykuya dalar. 
*İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir. 
*Dünyanın en büyük yumurtası köpekbalığının. 
*Köstebek bir gecede 90 metrelik tünel kazabilir 
*Bedenine oranla en büyük beyin karıncalardadır 
*Bir bukalemunun dili, bedeninin iki katı uzunluğundadır.Kalkan balıkları yavruyken dişidir ancak 5 yaşına geldiklerinde birçoğu erkeğe dönüşür. 
*Bir salyangozun diş sayısı 25 bini bulabilir. 
*Çita, saatte 70 kilometre hıza iki saniyede çıkar. 
*Salyangozlar yemek yemeden üç yıl uyur. 
*Hindiler yağmurda başlarını havaya kaldırır. Tarantula örümcekleri 2.5 yıl aç kalabilir. 
*Bir farenin spermi, filin sperminden uzundur. 
*Balinalar geri geri yüzemezler. 
*Dünyadaki tüm karıncaların ağırlığı, tüm insanların ağırlığının 10 katıdır. 
*Kaburgasız doğan develerde 3 çift gözkapağı var. 
*18 Şubat 1979 yılında sahra çölüne kar yağmıştı. 
*ABD’de, yaşları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin üçte biri ya hapiste ya da gözaltında tutulmaktadır. 

*Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür. 
*Albert Einstein dokuz yaşına kadar düzgün konuşamamıştı. 
*Amerika’da her saat 40 kişi kanserden hayatini kaybediyor. 
*Amerika’da satışa sunulan ilk cd, Bruce springsteen`in "Born in Theusa" albümüdür. 
*Amerikan havayolları, uçuşlarda yolculara sunduğu kahvaltılarda her tepsiden bir zeytini kaldırarak 1987 yılında 40 bin dolar kar etmiştir. 
*Aslanlar bir günde 50 kez sevişebilirler. 
*Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği vardır. 
*Avustralya’daki tuvaletlerin sifon suları saat yönünde akar. 
*Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar. 
*Başkan John F. Kenndy, yirmi dakikada dört gazete okuyabilirdi. 
*Baykuş mavi rengi görebilen tek kustur 
*Beethoven beste yapmadan önce kafasını soğuk suya sokardı.
*Bir karınca kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilir
*Arılar yarım kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorunda.
*Hamamböcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır.
*Bir mayıs sineğinin ömrü sadece birkaç saattir.
*Kangurular geri geri yürüyemezler. 
*Penguenler, enerji tasarrufu yapmak için sarkaç hareketiyle yürür.
*Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
*Filler, zıplamayan tek memelidir. 
*Bir inek, hayatı boyunca yaklaşık 200 bin bardak süt üretir. 
*Erkek penguenler kuluçkaya yattığı 4 ay boyunca hiçbir şey yemez.
*Dünyada yaşayan aşağı yukarı 1 milyon böcek türü var, her yıl aşağı yukarı 8 bin yeni tür keşfediliyor.
*Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gerekir. 
*10 gramlık bir sümüklü böcek, 1 kilogramlık yükü çekebilir.
*Fare, bir deveden bile daha uzun süre susuz kalabilir.
*Son 4 bin yılda herhangi bir yeni hayvan evcilleştirilmedi.
*Dişi morina balığı yılda yaklaşık 4 milyon adet yumurtlar.
*Göç eden kuşlar (V) biçiminde sıralanarak uçar ve bu sayede harcadıkları enerjiden yüzde 23 tasarruf sağlar.
*Yılda 100 milyon köpekbalığı, sadece yüzgeçleri için öldürülüyor.
*Bir yıl içinde bir milyon balıkçıl kuş ve 100 bin deniz memelisi ve deniz kaplumbağası, plastiklere dolanıp havasızlıktan ölmekte.
*Hastalanmayan tek hayvan köpek balıklarıdır.
*Bir çift sineğin sadece nisan-mayıs aylarında bıraktıkları yumurtaların tamamından sinek çıksaydı, dünyayı 14 metre kalınlığında bir sinek tabakası kaplardı.
*İngiltere’deki bazı kuşlar evlerin kapısına bırakılan süt şişelerinin kapağını delerek beslenmeyi öğrenmiştir.
*Bir yıl içinde denizlerden avlanan balıkların ağırlığının üç katı kadar atık denizlere atılmaktadır.
*Bir litre motor yağı 530 bin litre içme suyunu kirletebiliyor.
*Yaban kazları 8 bin metre yüksekte uçabilir
*Her yıl tankerlerle taşınan petrolün binde biri denizlere sızıyor. Bu miktar 2 milyon 200 bin ton.
*Yunanistan'da sakin Türk kahvesi istemeyin. Türk kahvesinin adi bu ülkede Yunan kahvesidir. 
*Nepal'de ayak üzerinden atlamayın. Kötülüğü simgeler. 
*Sili'de lokantada ellerinizi karninizin üzerine koyun. Yoksa servis yapmazlar. 
*Japonya'da üç kişinin resmini çekmeyin. Sansınızı kapatır. 
*Moğolistan'da yslyk çalmayın. Kötü ruhları davet etmiş? olursunuz. 
*Hindistan'da sokakta tuvaletini yapanlara tepki göstermeyin. Yasaldır. 
*Kolombiya'da gece sakın kırmızı ışıkta durmayın. Soyulursunuz. 
*Çin'de yere tükürmek serbesttir. Balgamın üzerine basmak yasaktır. 
*ABD'de trafik polisi sizi durdurursa elleriniz direksiyon üzerinde put gibi bekleyin. Hareket ederseniz vurulabilirsiniz. 
*Endonezya'da küçük çocukların basını okşamayın, yoksa zekaları gelişmez. 
*Tibet'te çay bardağını iki elinizle avuçlamazsanız saygısızlık etmiş olursunuz. 
*Japonya'da çatal, kasık yerine kullanılan Çubuklara tabağa çapraz koymak hakarettir. 
*Bahama Adalarında çiçekli etek giymek koca arıyorum anlamına gelir. 
*Bikini adalarında bikini giymek yasaktır. 
*Çin'de sakin kadeh kaldırırken ''Çin Çin'' demeyin. Erkeklik organı anlamına gelir. 
*ABD'de erkek erkeğe öpüşmeyin. Adiniz çıkar. 
*Rusya'da erkek erkeğe dudaktan öpmek sevgi ve saygıyı gösterir. 

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Karaburun, iki bakkal bir furun, arpa ekmeği yemekten ne ağız kaldı ne burun


Karaburun, iki bakkal bir furun, arpa ekmeği yemekten ne ağız kaldı ne burun
Eğilmiş, yamacın ucundaki bir kır çiçeğini koparacakken, aniden, kızıl, sütlü kahve uzun tüylü bir tilkinin, siyah burnuna, burnunuz değdi değecek kadar yakınlaşsa, virajı dönerken az ileride önde anne, arkasında beş toraman yavrusu ile bir domuz ailesinin yolun kıyısından yamaca tırmanmaya çalıştıklarını görseniz, oklarının sivriliğini kitaplardan bildiğiniz, karayolunda, sizden korkup tostoparlak olmuş oklu kirpiyi, arabaların hışmından kurtarmak için avuçlarınızın kanaması pahasına kucaklasanız, çoluk çocuk yüzmeye giderken bir kayanın üzerindeki kocaman bukalemun size dil çıkarsa ve gözünüzün önünde patlak gözlerini devire devire renk değiştirse, ara sıra bahçenizdeki bitkilerinizi talana gelen kaplumbağaların çiftleşmelerine, kedinin, kendi boyunun beş katı büyüklüğünde bir yılanı öldürüp çıtır çıtır yemesine tanık olsanız.
Sabah serçelerin, yabani bülbüllerin cıvıltılarıyla uyansanız, öğleden sonra Karatavukların konseri başlasa, kumrular dem çekerek onlara eşlik etse, yaylı sazlarda, ağustos böcekleri cızırdasa, bütün bu ses cümbüşüne puhu kuşu keskin çığlıklarıyla son noktayı koysa.
Komşu bahçedeki badem ağaçlarının sakinleri olan sincapların, hizar makinesinde kesilmiş kadar muntazam, badem kırmalarını izleseniz ve bütün bu anlattıklarımın rüya değil gerçek olduğunu söylesem. Ve ben bu gerçeği İzmir'e 100km. uzaklıkta yaşıyorum desem...
Karaburun maceramız 22 yıl önce başladı. Saymadım ama, bir yerde okuduğuma göre 303 tane olduğunu öğrendiğim virajları, ucuz atlattığımız bir kaza tehlikesi, kucağımdaki bebeğimin yoldan rahatsız oluşu, iki araçlık daracık yolu, soğuk ve birden derinleşen denizi ve bu çok virajlı yoldan nasıl geri döneceğiz endişesi ile geçirdiğim üç gün. Hiç sevmemiştim Karaburun’u hiç sevmemiştim.
Bu gidişten altı yıl sonra, küçük kızımı büyüten Kösedere’li Ayşe teyzemizin davetini sırf onları kırmamak adına kabul edip bir hafta sonu Karaburun merkezine 15 kilometre uzaklıktaki Kösedere köyüne gittik.
Gidiş o gidiş.
Karaburun’da, kasım ayından mart sonuna kadar, dağ taş önce nergise, sonra morlu, pembeli sümbüle keser. Görsel bir şölendir nergis çiçeği tarlaları.
Mitolojiye göre, tanrılar kendi kendine aşık olma cezası vermişler, Narsissus’a.
Narsissus Öyle güzel, öyle mükemmelmiş ki, bütün periler ona aşıkmış ama o hiçbir periye yüz vermezmiş. Bir gün sudaki aksini görüp aşık olmuş. Yemeden içmeden kesilmiş, kendisine aşık olduğu yerde eriyip gitmiş. Eridiği yerden nergis çiçekleri fışkırmış. Güzel, narin ve mis kokulu. Adına aşkın çiçeği denmiş…
303 tane virajın 303’ü de ayrı bir manzaradır. Her viraj size başka bir tablo sunar. Kıvrıla büküle yol alırken, genelde turkuvaz renkli denize düşecekmiş duygusuna kapılırsınız.. O deniz ki, pırıltısından gözleriniz kamaşır, cam gibidir su, eğilip içesiniz gelir. Bu yüzden neredeyse bütün plajları mavi bayraklıdır. Aslında her koy kendi başına bir plajdır. Rüzgarın esiş yönüne göre koy seçme gibi bir lüksünüz vardır. İlk giden aile o gün o koyun sahibidir. Yanlarına başka aile gitmez. Yazılı olmayan nezaket kuralıdır bu.
Barışın, bereketin ve uzun yaşamın simgesi zeytin ağaçlarının, yaz kış dökmedikleri yaprakları sayesinde, dağlar zümrüt gibi yeşile boyalıdır. Hurma dediğimiz, hiçbir işlem görmeden dalında olgunlaşmış zeytin türü bir Karaburun’da bir de tam karşısına düşen Foça'da görülür. Kendine özgü alacalı kahverengi ve buğuludur. Dalından koparıp, yiyebilirsiniz. Bir de yanında, domates ve taze köy ekmeği olursa değme ziyafet sofrası, bu lezzetin yanında fakir kalır.
Satıcıdan minicik külahlarda satın aldığımız dağ çilekleri yol kıyılarında kıpkırmızı ve olgun iştah açan görüntüleriyle topla bizi der. Yaz sonunda ise yöresel adı melengeç olan, çitlenbikler olgunlaşır.
İlaç olarak tavsiye edilen enginarı su gibi taze haliyle alırsınız. Enginar karaciğerinizi, hava da, %26’lık oksijen oranıyla, akciğerlerinizi rehabilite eder.
Dağlık arazi yapısı nedeniyle, tarım çok küçük ölçekli yapılır. Genç nüfus büyük kentlere göçtüğü için, yamaçlarda teraslar halinde oluşturulmuş olan bağlar günümüzde bakımsızlıktan dağa dönmüşlerdir. Söylenenlere göre cumhuriyetin ilk yıllarına kadar, Karaburun’dan gemilerle, Avrupa ülkelerine kuru üzüm, zeytinyağı ve şarap ihraç edilirmiş. Ne yazıktır ki bu şarapların dünyanın en güzel şarapları olduğu söylenir. Günümüzde o eski günlere dönebilmek için bağcılık yeniden canlandırılmaya çalışılmakta festivaller düzenlenip üzüm yarışmaları yapılmakta, yarışmacılar ödüllendirilmektedir.
Biz doğaya ne denli hırçın davranırsak davranalım, hala doğa bize tüm cömertliğiyle, turp otu, radika, sarmaşık, ısırgan, ebegümeci, arapsaçı, adaçayı, kekik, çitlenbik sunmaya devam eder.
Karaburun'un yazları bambaşka bir güzelliktir. Soyu tükenmekte olan Akdeniz foku veya ada martısı yanı başınızda yüzebilir, balık sürüleri peşindeki yunusların katliamlarına tanık olabilirsiniz. O katliam sırasında deniz fokur fokur kaynayan su gibidir. Gece boyu balıkçı tekneleri, ışıklarıyla denizi işlek bir caddeye çevirir.
Dalyan kurmak, yöreye özgü bir balık avlama çeşididir. Kıyıya kurulan tuzağın balık sürüsü içine girdiği anda çalıştırılması esasına dayanır. Yorucu değildir ama sabır ister. İşin ilginç olanı, her balığın geçiş saati aşağı yukarı bellidir. Balıkçılarla beraber beklerseniz balığınızı canlı canlı alabilirsiniz.
Sualtı sporu yapanlar için deniz dibindeki amfora tarlaları, pina yatakları ve zengin balık çeşitleri, rüya gibi görüntülerdir.
Yalnız deniz değil, dağ sporları ve doğa yürüyüşlerini sevenler için de Karaburun caziptir. Şimdiki adı Akdağ olan rüzgarlı Mimas’a tırmanabilirsiniz.
Denize hakim bir tepede, taş evleriyle, hayalet köy izlenimi veren Sazak köyü, mübadelede boşaltılmış, eski bir Rum köyü. Bu köyden başlayan yürüyüş güzergahının, Dolca deresi denen bölümüne inen vadide yüzlerce çeşit çiçek ile sandal ağaçlarını seyretmeye doyamazsınız. Sandal ağacı odununun, yanarken çıkardığı enfes koku bütün bir mahalleyi kokuya boğar.
Midilli, Sakız ve yarımada üçgenini kapsayan muhteşem manzaralı, Sarpıncık feneri ile Kömür burnu feneri de diğer görülesi güzelliklerdendir.
Karaburun’a gelinir de Hamza bükü’ne, Badem bükü’ne, Kum bükü’ne uğramamak olur mu? İster çadır kurun, ister kumların üzerine çarşafınızı yayıp, açık havada gökyüzündeki yıldızları seyrederek, denizin şıpırtısıyla uykuya dalın. Biz ikinci şıkkı tercih ettik.
Yemekte ise, üzerindeki deniz suyunu yıkamadan ve içini temizlemeden ıslak gazete kağıdına hiç boşluk kalmayacak şekilde sardığımız kefalleri, çevreden topladığımız, kurumuş zeytin dallarından yaktığımız ateşin közüne gömdük. gazete kağıdı hafiften yanmaya başladığında közden alıp gazeteden ayırdık. Kendi suyunda pişmiş, derya kuzusunu daha dumanı tüterken, etini manto gibi saran pullu deriden sıyırdık. Pişince bir araya toplanmış iç organlarını denize iade ettik. Sonra ne mi yaptık? On parmağımızla yemeğe giriştik. Tadı hala damağımdadır...
Güvenlik mi?
Komşuya giderken anahtarınızı kapınızın üzerinde bırakabilir, geceleri kilit üzerine kilit vurmazsınız. Hırsızlık vakası yılda bir veya iki kez görülse de, faili meçhul kalmaz, olay kısa sürede aydınlatılır. Adam yaralama, cinayet, tecavüz, gasp gibi suçlar henüz görülmemiştir. Arada bir kız kaçırma vakası olsa da, zor kullanılmadığı için, aşıkların evlendirilmesiyle olay tatlıya bağlanır.
Memura sürgün yeri sayılan bu kasaba, görebilene ödüldür.

Öyle yapma... Kırışırsın...


Öyle yapma... Kırışırsın...
Benim ablam tam bir kırışık düşmanı.
Eğer böyle bir meslek olsa idi. Kesin uzmanlığı kimseye kaptırmazdı...
Oturuyoruz. Tam konuşmanın ortasında... Hiç ilgisi yokken "Bak... Sen ağzını büzüyorsun konuşurken... O dudakların böööyylleee kırışacak"

Gösteriyor nasıl kırışacağını...
Korkuyorum. Çok kötü gözüküyor çünkü.
Dudaklarımı yaya yaya konuşmaya çalışıyorum.
"Öyle gülme" diyor yine bir cümlenin arasında.
"Nasıl yani?" diyorum.
Kahkaha atarken, ööyyllee kendimi salarsam göz çevrem kırışırmış.
Hmmmm... Ben de küçük küçük gülerim o zaman.
"Dik otur... Kamburun çıkacak... Göğüslerin sarkacak."
Hemen dik oturuyorum... Sonuç kötü çünkü... Sarkmasın değil mi göğüsler.
"Burada kal bu gece... Laflarız" dediğinde başıma gelecekleri biliyorum. Ama "iki kardeş ve laflama düşüncesi" hoşuma gidiyor. Kalmaya karar veriyorum.
Yatacağım oda yatmadan önce bir saate yakın havalandırılıyor.
Buzzz gibi havada... Buzzz gibi yatağa yatıyorum.
Neymiş efendim... "Oksijen var ya oksijen... Gençleştirirmiş cildi". Peki.
Yastığım yok...
Aranırken, geliyor odaya.. "Ne arıyorsun?" diyor.
"Yastık yok" diyorum.
"Özellikle koymadım... Yastıkla yatma boynun kırışır"diyor.
Bütün gece omuzum fazla gele gele... Uyumaya çalışıyorum.
Alışık olmadığından böyle yatmaya, başımla gövdem kırkbeş derecelik açı yapmış durumda.
Sabah dayak yemiş gibi uyanıyorum...
Dudaklarımı yaya yaya konuşup...
Küçük küçük gülüyorum yanında...
Ve dik oturuyorum koltukta... Kazık yutmuş gibi.
Çünkü cümlelerimin "ne yaparsam kırışmam" önerileriyle kesilmesini istemiyorum.
Kendi evime geldiğimde... Kocaman kocaman kahkahalarla gülüp... Koltuğumda yayılıyorum...
Ve gece canım yastığıma sarılarak uyuyorum...

Dominant


Dominant
Beş yıl önce, o dönemin televizyon ve gazetelerine bol reklam veren bir şirkete iş başvurusunda bulunmuştum. Arandım; görüşmeye çağırdılar. Sevinçliyim, beş altı gün sonra görüşmemiz var.
Büyük gün geliyor, süslenip püslenip arabaya atlıyorum. Gideceğim yer Maslak'ta, ben Kadıköy yakasındayım. Sabah 09.30 görüşmesi benim. Bir aydır her gün açan güneş o sabah kaybolmuş, gökyüzü delinmiş gibi yağmur yağıyor. Trafik adım adım... Direksiyona yapışmış, atıl bir vaziyette dururken "galiba ters gidecek" diye düşünüp, "yağmur berekettir" diye teselli ediyorum kendimi. Gerilip, sinirlendikçe ter basıyor ama yapacak bir şey yok; geç kaldığım kesin artık. Bir buçuk saattir yoldayım ve bu gidişle Maslak'a ulaşmam için en az bir yarım saat daha lazım. Ancak saat 10.00'a yaklaşırken varabiliyorum binanın önüne ve değnekçilerle gırtlak gırtlağa gelmek üzereyken arabayı park ediyorum. Bir elimde şemsiyemle koşarak içeri giriyorum. Giriş kocaman, çok heybetli. Kapının karşı tarafındaki devasa danışma masasına doğru hızlı adımlarla yürüyorum.
- Günaydın.
- Günaydın. Buyrun, kime gelmiştiniz?
- İnsan kaynaklarıyla.......... demeye çalışırken önüme iki yaprak, dört sayfalık bir form uzatıyor mermer masanın ardındaki eller.
- Formu doldurun lütfen. Sonra dördüncü kata çıkın.
Doldurup, doldurmamak arasında tereddüt yaşıyorum. Onca zahmetli bir yolculuğa katlandıktan sonra doldurmaya karar verip, sorulara bakıyorum. "Son bitirdiğim okul, daha önce çalıştığım yerler, bana referans verebilecek kişiler, vs." türünden klasik soruların arasında bir tanesi ilgimi çekiyor: "Geçmişte üstlendiğiniz sorumluluklar..." Parantez içinde bana anlamsız gelen üç beş ipucundan biri daha önce takım kaptanlığı yapıp yapmadığımla ilgili. "Yaptım" diye açıklama yazıyorum.
Takım elbisemi bütünleyen ıslak bir şemsiyeyle asansöre biniyorum. Dördüncü kattaki büyük bir bekleme salonunda soluklanıyorum. Arada koridordan geçen asık yüzlü insanları izliyorum. Geç kaldığım için gerginim. Kendimi toparlamaya çalışırken adımın gevelendiği cılız bir ses duyuyorum.
Girdiğim odada biri erkek diğeri kadın iki kişi var. Büyük bir masanın kapı tarafına yakın olan kısmında yan yana oturuyorlar. Karşılarına denk gelen cam tarafı benim. Yerime geçmeye çalışırken beni süzdüklerini farkediyorum ama yataktan kalktığım andan beri yaşadığım stres yüzünden hareketlerimi kontrol edecek durumda değilim. Elimdeki şemsiyeyi koyacak uygun bir yer aramakla meşgulüm.
- Trafiğe takıldınız sanırım. Sizden sonra görüşeceğimiz kişiyi sizin yerinize aldık. Randevunuzu kaydırmak zorunda kaldık.
Anlayışlı oldukları için teşekkür ediyorum ve geciktiğim için yeniden özür diliyorum. Biçimsiz bir yere dayadığım şemsiyenin düşmemesini diliyorum içimden. Görüşme başlıyor. Bir ellerinde faksla gönderdiğim özgeçmişim duruyor, ikisinin arasında da az önce doldurup kaptanlık yaptığımı beyan eden formum... Konuşmaları erkek olan yapıyor;
- Türkiye'de on altı yerde yerleşik durumdayız. İstanbul, İzmir, Mersin, Samsun, Trabzon, Batman... (hepsini sayıyor). Sizin için İstanbul dışında çalımanın mahsuru yoktur herhalde?
Şaşırıyorum. İlan böyle değildi. Belki de şemsiyesini nereye koyacağını bilemeyen birinin kendi şirketlerinde çalışmasını uygun bulmadılar ve daha baştan elendim.
- Hayır. İlanınız sadece İstanbul içindi. Başka bir şehirde çalışmayı düşünmüyorum.
- Fakat biz şirket olarak genç ve ileriye dönük faydalı olacağına inandığımız arkadaşlarımızı farklı lokasyonlarda eğitip, son olarak İstanbul'a getiriyoruz.
- İlanınız yeteri kadar açıktı ancak bu stratejiniz yazılmamıştı. Üç buçuk yıl yurt dışında çalıştım ve artık İstanbul dışında bir yerde çalışmayı düşünmüyorum.
Benim için görüşme, karşımdaki adamın on altı yerleşim yerini ezberden saymaya başladığı anda bitiyor zaten; beklediğim hakemin son düdüğü.
- Fenerbahçe Spor Kulubü'ne üye olduğunuzu yazmışsınız. Fenerbahçeli misiniz?
O yaşıma değin hiç böyle ilginç bir soruyla karşılaşmadığım için ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Gözlerimi karşımdaki adamdan masaya kaydırıp gülümsemekle yetiniyorum. Beni görüşme için aradıkları andan itibaren hissettiklerim jet hızıyla aklımdan geçiyor. Sorulan sorulara, beklenen doğruluktaki yanıtları vermek ve seçilen kişi olmak için içimde yaşattığım provaları hatırlıyorum. Beni değerlendirecek olan kişileri aslında benim de değerlendirmem gerektiğini bu cin soruyla birlikte farkediyorum. Arkamdaki cama vuran yağmurun sesini duyuyorum o anda. Gözlerimi masadan kaldırıp karşımdaki kişileri incelemeye başlıyorum.
Kadından başlıyorum önce. Makyajı yerinde. Yataktan kalkan sarkık yüz ifadesini ve bir önceki günün fönlü saçından arda kalan kabarıklığı ayna karşısında gördüğü andaki mutsuzluğu canlanıyor gözümün önünde. İş yeri adabına uygun beyaz bir gömlek giymiş. Sandalyede dimdik oturuyor. Falanca okulun filanca dalını iyi notla bitirmiş olmalı. Yetiştiği evde anne dominant ama karşımdaki kadın, babasında görmek istediği role soyunmuş. Hep hayalini kurduğu güçlü ve otoriter baba... Kendini, rolüne o derece kaptırmış ki incelendiğinin farkında bile değil. Ellerine bakıyorum; masanın üzerinde birbirine bağlanmış. Elleri de tıpkı vücudu gibi kaskatı.
Adama kayıyor analiz. Rahatına düşkün olduğu için evi mekan seçenlerden biri. İçe dönük ama zenginlik yok. Basitliği seviyor. Verilecek üç kelimeyle en mahrem sırrını paylaşacak bir gevşekliği var. Fazla ilgimi çekmiyor.
- Fanatik misiniz Alpay bey?
- Fanatizmden ne anladığınıza bağlı.
Anlamış gibi gülüyor. Anlamadığını hissediyorum, muhtemelen kritik bir soruya kaçamak cevap verdiğimi düşünüyor. Kendimi anlatmaya karşı gösterdiğim direnç, soru cevapların arasındaki sessizliğin süresini uzatıyor.
- Peki, dikkatli biri misiniz?
- Göreceli bir kavram bu.
- Örneğin bekleme salonundaki duvarların rengini sorsak size?
Tamam sorun. Sıra bende.
- Bekleme salonu elli metrekare civarında bir alan. Dört kolon var. Kolonlar mavi renkte ama baskın olan duvarların sarı rengiyle, odanın ihtiyacından fazla sayıdaki kırmızı koltuklar. Kişisel bir tercih ama pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Bu fanatizmle ilgili sorunuza da cevap olabilir.
Adam gülerek, "ben de Fenerbahçeli'yim" diyor ama kadın görüşmenin sürüklendiği atmosferden son derece rahatsız olarak bana bakıyor. Gözlerinin irileştiğini görüyorum. Görüşme kurallarını tersine çevirip, ellerinin hareketini izliyorum. Savunmada olması gerekenin, hücuma geçmesi otoriter baba rolünü sarsıyor. Kimsenin kimseyi sınayamayacağını haykırmak istiyorum ama sessizce durmaya devam ediyorum. Aklım şemsiyeye ve dönüş yoluna kayıyor. Cama vuran sese bakılırsa yağmur şiddetinden ödün vermemiş. Camdaki yağmurla şemsiye arasında gidip gelirken, en sevdikleri ve fakat en sevmediğim soru çıkıyor karşıma:
- Alpay bey, talep ettiğiniz ücret kısmını boş bırakmışsınız.
- Şirketinizin uyguladığı bir ücret sistemi vardır zaten.
- Elbette var ama siz yine de yazsanız?
Uçuk kaçık bir rakam yazmak geçiyor içimden; formu önüme alıyorum. Masanın diğer tarafında oturan iki kişinin gerginliği beni hayrete düşürüyor. Onlar için uygun olmadığımı dakikalar önce anladıkları belliyken, formuma yazacağım ücreti görmek için boyunlarını uzatmaya çalışmaları çok anlamsız geliyor... Onlar için hayattaki üç beş geçerli veriden biri yazılacak az sonra. Yazdığım rakama göre hakkımdaki raporları tamamlanmış olacak. Bu kadar basit... Kimin, ne için orada oturduğunun fazla önemi yok. Önemli olan okul takımında kaptanlık yaptığını söyleyen birini, ilanlarında yazmadığı halde üç otuza yurdun bir yerlerine gönderebilmek.
Yazmaktan vazgeçip, duruyorum. Başımı kaldırdığımda baba rolündeki dominant annenin yüzüyle karşılaşıyorum. Durmuş olmamdan son derece rahatsız olarak gözlerini kağıttan kaldırmadan, başıyla "haydi" işareti yapıyor. Kalemi bırakıp, cilalı masada formu önüne doğru kaydırıyorum.
- Teşekkür ederim, istemiyorum. 

İnsanları sevmeyen adam


İnsanları sevmeyen adam
tut beni, düşmeden...

Ayın bir derdi var, hiç çıkmıyor.
Eski arkadaşlarımın başka arkadaşları var artık.
Benden sonra çok torunu oldu anneannemin.
Sevgilimin eski sevgilisi olmak üzereyim, benden öncekinin mezarına girmek üzereyim.
Kaçınılmaz bir şekilde babama benzemekteyim.
Kuyruğuma tenekeler bağlanmış, ağlamak üzereyim.

"Gençler! Buralarda nerede içebilirim?"

***

“Gençler” dedi bir adam. Döndük baktık. Biz yirmilerin başlarında o ise sonlarındaydı. Kadıköy’de Reks sineması civarında aylak adımlar atıyorduk. Yetişecek yerimiz, yapacak işimiz ve evde bekleyenimiz yoktu. Hava soğuk ve yollar ıslaktı. Kestaneciler için kışın en zor gecelerinden birisiydi. Sadece şişman kediler vardı sokakta, zayıf olanlar birbirlerine sokulup uyuyor muydu, bilmiyordum. Yoktular.

“Gençler” dedi bir adam. Döndük baktık. Kızıla çalan top sakalı vardı, göz altları torba torba olmuş ve dudakları çatlamıştı. Atkısı boğazını idareten sarıyordu. Açık bağrı, soğuğun onun için bir dert olmaktan uzak olduğunu söylüyordu. Soğuktan daha yakıcı dertleri mi vardı, bilmiyorduk.

“Buralarda nerede içebilirim diye” sordu. Doğuştan Kadıköy’lüydük, her yeri biliyorduk ama çok yere gitmiyorduk. “İki sokak yukarıda” dedik, “gelin götürelim...”

Dar sokaktan tedirgin bir şekilde tırmanırken, çok da taşımak istemediğimiz bir poşeti çöpe götürür gibiydik. Hiç beklmediğimiz bir anda, yakasını bağrını açan derdin ağırlığını belli edenn bir laf etti. Bir kaç bira içtikten sonra tam da nağara olacak bir laftı bu...

“insanları sevmiyorum yaa”

dedi...

İsyanın bu kadar içteni ve sıcağını ve yalnızlığın bu kadar büyüğünü ilk defa görüyorduk. Böylesi bir yükü taşıyamayacak kadar zayıftık. Ne desek, devam edeceği belli, kendimizi kurtaramayacağımız bir sohbetin içinde düşecektik. Önümüze baktık. Nefesimiz ve hatta adımlarımız dahi sessizleşti, bilmediğimiz sulara gitmedik, tekinsiz ve pek gerçek evrenin uzattığı eli tutmadık.

Aslını isterseniz, insanları da sevdiğimiz zamanlardı. Pek de iyi anlamamıştık.

İnsanları sevmeyen adam hüzünlü sesi Kadife Sokak’daki binalara çarpıp kulaklarımdan zihnime, asla unutulmayacakları bir yolculuğa çıkarken onu bir birahanenin önüne getirdik. Burada içebilirdi.

“Burada içebilirsiniz” dedik. “

Gelin birer bira ısmarlayayım size” dedi.

Bugün olsa giderdik. En azından yazacak çok şey çıkacağı için giderdim ben. Ama o gün gidemezdik. Kırıldı bize. “Aşkolsun,” dedi. O sırada arkadaşım benden on adım ilerideydi. Bir şeyler söylemem gerekti. “İçebileceğiniz bir yer sordunuz, biz de gösterdik. Lütfen kusura bakmayın ama gitmemiz gerekiyor...”

Boynunu büktü mü, durumu anladı mı yoksa bize daha da mı kızdı? O günlerde başına gelenlerin üstüne dikilen bir tüy mü oldu bu daveti çevirmek, bilemiyorum. Çünkü lafımı sarf edip tepkisini görmeden uzaklaştım.

Ertesi gün Beşiktaş vapurunda gazetemi katlamış okurken, bir gün öncesine dair küçük bir suçluluk hissi gelip de tüm ağırlığıyla oturdu iki ciğerimin ortasına.

İçki içmiyor, barları sevmiyor, yeni insanlara güvenmiyor olabilirdik ama sanki o teklifi kabul etmeliydik.

Bastıran yoğun pişmanlık ve suçluluk duygusunu bertaraf edemeyip okumayı kestim. Gözlerimi gazeteden kaldırdığımda karşımda oturan parlak ciltli, yuvarlak suratlı esmer bir mimarlık öğrencisi kızın gazetemin arkasını okuduğunu fark ettim. Ne okuyorsa bitirsin diye gazetemi indirmedim.

Acaba o kız gazetemdeki muntazam sakallı, içi gülen gözleri ile poz vermiş adamın fotoğrafına bakıp, bu kadar sıcak ve içten gülen birisinin kendisini sevmesini istemiş midir? Eğer bir yerlerde tanışmış olsalardı kendisinin yalnız, adamın ölü olmayacağı ihtimalini getirmiş midir aklına?

Gazetenin sahibinin bu sakallı adamın konuştuğu son kişi olduğunu bilse ve böyle bir olayın olmaması ve bu haberin çıkmaması için esirgenenin ne olduğunu bilse ondan nefret eder miydi?

Bilemiyoruz. Hemen hiç bir şeyin cevabını bilemediğimiz gibi...

Onlar söyledi ben dinlemedim...


Onlar söyledi ben dinlemedim...
"Kal" dediler; kalmak güvenli olandır...
"Güvenli olan büyümeme engel olandır" oldu onlara cevabım.
Kıyıda dolaşan kolay yolu seçendir, kolay yol ise mayınlı olandır...
"Sevme" dediler; sevmek sorumluluk getirir.
"Sorumluluk özveriyi öğretir" oldu onlara cevabım...
Özveri ise, beklentisiz sevginin birinci adımıdır...
"Kaç" dediler; kalmak aptallıktır.
"Kaçmak, tekrar tekrar aynı sınavı açar" oldu onlara cevabım.
Yüzleşmek ise, tekamül yolunda sınıf atlayabilme şansını sana sunandır...
"İnkar et" dediler; inkar kolay olandır...
"Kolay olan, beni benden ayrı koyacaktır" oldu onlara cevabım.
Ben dahi "beni"i inkar edersem, yaşayacağım benim hayatım olmayacaktır...
"Sorgulama" dediler; sorgulamak yoracaktır...
"Yorulmadan öğrenmek mümkün olmayacaktır" oldu onlara cevabım.
Öğrenmeden yaşamak, rüyadan uyanmadan ebediyete intikal olacaktır...
"Arama" dediler; aramak risk almaktır...
"Risk almadan yaşamak, geliştirmez " oldu onlar cevabım.
Gelişimin faturası bazen ağırda gelse, bedel ödemeyi göze almaktır...
"Saklan" dediler; açık olmak yara almaktır...
"Yaralanmak sana bağlıdır" oldu onlara cevabım.
Yaralanmak bakış açına bağlıdır, dilemessen yaralayamaz seni; ne biri, ne de yaşayacaklardan herhangibi birisi...
"Konuş" dediler; susma...susmak ikrara delalet olacaktır...
"Konuşmak kolay... meziyet konuşulandan pay çıkaran olmaktadır; buysa sadece algı kapıları açık olana, tanrının sunabileceği bir armağan olacaktır" oldu onlara cevabım...
Susuşum sözüm olmadığından değildir; algılamasına izni olmayana, benim verebileceğim koca bir hiçtir...
"İnkaar et" dediler, inkaar edersen berat edersin...
"Tanrının mahkemesindeki hüküm, asıl olandır" oldu onlar cevabım.
O yargıladığında çıkacak karar beni bağlayandır...
Bu dünyada henüz can bedendeyken, tanrının bildiğini kuldan saklamak olsa olsa, aldatmacadır...
"Kızmalı, öfke duymalısın " dediler; o zaman rahatlarsın...
"Rahatsız değilim ki " dediğimde inanmadılar...
Kızmak ve öfkelenmek olan bitende; kendinden başka bir bilincin etkisi olabileceğini sanmaktır, inanmıyorum ki ben buna...
"Umut etme" dediler; yaşam nankördür...
"Ümut etiklerim yaşamdan değil, ancak kendimdendir" oldu onlar cevabım.
Seçerek geldiğim hayat, yaşamam gerekendir; gayretim seçtiklerimi hatırlama çabam içindir...

"Affet" dediler...
"Affetmek için, suçlu ve suç gerek" dedim onlara...
Suç veya suçlu yoktur, sadece bakış açısı vardır olsa olsa...

"Vazgeç" dediler; boşuna bu uğraş...
"Can bedende oldukca vazgeçmek akte ihanettir" oldu onlara cevabım.
Çaba ve uğraş vazifedir, vazife ise; bu dünyada ki var oluşumuzun mesuliyetidir.

Tombul Kız


Tombul Kız
Yatağımın üstündeki örtüyü kaldırdım. Penceremden dökülen ikindi güneşi, bembeyaz çarşafı donuk ışığıyla sarı, sarı parlattı. Örtüyü, duvarları, tavanı, hatta döşeme tahtalarını enikonu inceledim. O yoktu ortalıkta... Yastığımın altına, yerdeki tahtaların aralıklarına, duvardaki çatlaklara bile baktım. Yoktu o, yoktu, yok!...
O kan içiciyi bulamamamın tedirginliğiyle yatağa girdim, pikeyi çektim... Güzel bir yaz günüydü, onbir yaşındaydım. Yattığım yerden, sarı-mavi gökyüzünde asılı duran küçük beyaz kümülüsü bir süre izledim. En son, bir güvercinin telaşlı kanat sesini duydum. Uyumuşum...
Kötü kötü kaşınan bedenim, beni uyandırdı. Kollarımda ve bacaklarımda kırmızı kırmızı kabarcıklar oluşmuştu. Kümülüs gitmişti.Gökyüzünün maviliği, güneşin son ışıklarıyla harmanlanıp, kadayıf gibi gevremişti.
Yatak arkadaşımı yastığın altına kaçarken yakaladım. Elime aldım, çok tombuldu, patlayacak gibiydi. Sıksam benden emdiği kan fışkırıp, kendine has kokusu bütün odayı kaplayacaktı. O, kestane kabuğu renginde, altı ayaklı, testere ağızlı bir canavardı!..Canavarı camdan aşağı attım. Her gün kanımı emse de, tombul kızı öldüremezdim tabii ki.. Ne de olsa yatak arkadaşımdı. Gece acıkınca, duvarı tırmanıp yine gelecekti..
Kalktım, mutfağa su içmeye gittim. Komşunun kızı bulaşıkları yıkarken bir şarkı tutturmuştu. Sesi yüz yıl öteden. dipsiz bir kuyudan geliyordu sanki...
Artık güneş müneş yoktu. Son ışıklar da gitmiş, güvercinler yuvalarına çekilmişti...
Babam da geldi. Annem masaya beyaz patiskayı serdi. Radyo açıldı, incesaz başladı. Otuzbeşlik rakı, beyaz peynir, topatan kavun masada yerini aldı. Babam yirmibeş kuruş verdi, gidip Kadınlar Pazarından bir çift uskumru çirozu kaptım geldim. Annem çirozları ayıklayıp, didikledi, küçük kayık tabağına dizdi. Üzerine dayımın Ayvalık' tan gönderdiği halis zeytinyağını gezdirip limon sıktı...
Sabah uyandığımda tombul kızı aradım, yoktu! Banyoya girdim, Talisman marka gazocağının üzerindeki bakır kovadan buharlar yükseliyordu...